0

Finlandiya’nın eğitim alanındaki inovasyonbüyük veri analizi ve insan kaynağı yaklaşımını anlatılırken, günümüzün bu meşhur kavramlarına eğilen pek çok sektör için de çok sayıda benzer senaryo, mesaj ve tavsiye barındıran; Pasi Sahlberg‘in Eğitimde Finlandiya Modeli adlı kitabından bahsedeceğim bu yazıda.

Kitap, adından da anlaşılacağı gibi Finlandiya eğitim modeli üzerine yazılmış. “Eğitim meselesini çözmek için Finlandiya ne yapmış, diğer ülkeler neyi yapamadığı için Finlandiya ve benzeri ülkeler seviyesine bir türlü gelememiş?” sorusuna cevap bulmak üzerine ortaya konmuş tespit, analiz ve öneriler içeren bir kitap. Girişte belirttiğim gibi benim en çok ilgimi çeken kısımlar Finlandiya’nın bu eğitim yapılanması süresince inovasyonbüyük veri ve insan kaynağı meselelerine bakış açıları oldu. Eğitim alanı dışında da, inovasyon ve büyük veri gibi kavramlarla bu günlerde oldukça meşgul olan tüm sektörler için çıkarılacak dersler içeriyor.

Pasi Sahlberg Kimdir?

Pasi Sahlberg, Finlandiya eğitim sistemini dünyaya tanıtan insan olarak biliniyor. Helsinki’de bir öğretmen lisesinde başlayan kariyerine Helsinki Üniversitesi, Dünya Bankası, OECD, Avrupa Komisyonu, Avrupa Eğitim Vakfı gibi kurumlarda devam etmiş. Eğitimde değişim, liderlik, okul gelişimi gibi konularda dünyanın çeşitli ülkelerinde konferanslar veren; Columbia, Vanderbilt, Stanford, Harvard, King’s College London, Melbourne, Toronto, New South Wales Üniversitelerinde öğretim üyesi olarak görevler alan Sahlberg, dünyanın çeşitli ülkelerinde eğitim bakanlıklarına ve hükümetlere danışmanlık yapmaya ve uluslararası kuruluşlarda uzman olarak görev almaya devam ediyor.

İnovasyon yerine daha iyi uygulama

Akla gelen ilk soru şu: İnovasyon şart mı? Finlandiya, eğitim sistemini oluştururken başkasının bilmediği inovatif bir yöntem, model veya araç mı keşfetti?

Sahlberg, güncel bir çok problemin çözümsüz kalmasının, yeni inovatif yöntemlere ihtiyaç duyulmasından değil, zamanında geliştirilmiş inovatif yöntemlerin uygulanmamasından kaynaklandığını söylüyor.

Sahlberg, Finlandiya’da okullarda kullanılan kuramlar, modeller, fikirler ve araçların çoğunun inovatif bir hareket sonucu yeni keşfedilen şeyler olmadığını belirtirken, eksikliğini görüp daha iyi yapmaya çalıştıkları tek bir şeye işaret ediyor : İyi uygulama.

Yani Amerika’yı yeniden keşfetmek ya da alternatif bulmak yerine, çoğunlukla Amerikalıların ortaya koyduğu ancak uygulamada başarısız oldukları kuramlar, modeller, fikirler ve araçları, yalnızca iyi uygulayarak başarıya ulaştıklarını söylüyor.

Sahlberg, ABD’de bir konferansta eski New York valisi ve ünlü siyasetçi George Pataki ile tanışma hikayesini de anlatmış. Pataki, Sahlberg’e yakaladıkları başarının sırrını sorduğunda kafasını karıştıracak ve keyfini kaçıracak bir cevap alıyor : “Kendi inovasyon çabalarımız ve geliştirdiğimiz modeller yerine, Amerikalıların sahip olduğu birikim ve deneyimleri yalnızca uygulamaya koyduk”.

Başarıya giden yolu ortaya çıkaran temel yaklaşımı da şöyle özetliyor:

İnovasyon yoluyla reform yerine daha iyi uygulama yoluyla gelişme.

İstatistikleri değil küçük veriyi kılavuz edinme

Sahlberg, günümüzün gözde konularından birisi olan büyük veri çalışmalarına ve yatırımlarına da eleştiriler getirmiş. Eğitim alanında devrim hedefleyen ülkelere yaptığı ziyaretlerde çoğunlukla devasa veriler, şemalar, tablolar ve grafiklere bakılarak sorunun anlaşılmaya çalışılmasına, “Filanca öğrencinin en verimli olduğu ders saati nedir?” sorusuna bu yöntemle cevap aranmasına şaşırdığını söylüyor. Büyük verinin neden-sonuç ilişkisini önümüze koyamayacağını, en iyi ihtimalle değişkenler arasındaki korelasyonları ortaya çıkarabileceğini hatırlatıyor. Tıpkı üniversitelerin istatistiğe giriş derslerinde de anlatıldığı gibi, korelasyon ile neden-sonuç ilişkisinin aynı şey olmadığını özellikle tekrar hatırlatma gereği hissetmiş.

OECD tarafından düzenli aralıklarla tekrarlanan PISA araştırma sonuçları ülkemizde de sık sık gündeme geliyor. 3 yılda bir tekrarlanan araştırma sonuçlarına göre Türkiye’nin sıralamadaki pozisyonu üzerinden eğitim sistemi eleştirilerine tanık olmuştuk. Sahlberg için bu araştırma, eğitim alanındaki büyük veri analizi yaklaşımının en somut örneği. Bir çok ülke her PISA araştırmasından sonra, çıkan sonuçlar üzerinden ciddi aksiyonlar alıyorken, bir sonraki PISA araştırmasında yeri neredeyse hiç değişmiyor hatta daha da kötüye gidenler var.

Salt büyük veri analizleri ile çözülmeye çalışılan pek çok problemin, neden bir türlü ortadan kaldırılamadığını açıklarken küçük veri kavramından bahsediyor. TIME dergisinin “Dünyanın en etkili 100 insanı” listesine girmiş; tüketim, pazarlama, marka yönetimi ve nöro-bilimsel araştırma alanlarında dünya çapında bir uzman olan Martin Lindstrom büyük eğilimleri ortaya çıkaran, insani ilişkiler ve hikayelere dair küçük ipuçlarını küçük veri olarak adlandırıyor.

Büyük veri aleminde anlamaya çalıştığımız meselelere dair öncelikle başka bilgilere ihtiyacımız olduğu görüşünden ortaya çıkan küçük veri, hali hazırda pek çok alanda kullanılıyor. Mesela pazar payı kaygısı olan ve yeni pazarlama stratejileri yaratmak ve insan davranışını daha iyi kavramak isteyen pek çok şirket “küçük veri” den faydalanıyor.

Bazı ABD’li gözlemciler, Obama’nın küçük veri sayesinde başkanlık seçimlerini kazandığını, Hillary Clinton’un ise 2016 seçimlerinde büyük veriye gereğinden fazla bel bağlayıp küçük veriyi gözardı etmesinin sonucunda seçimi kaybettiğini öne sürüyormuş.

Martin Lindstorm, Small Data: Devasa Trendleri Açığa Çıkaran Küçük İpuçları adlı kitabının bir bölümünde IKEA’nın kurucusu Ingvar Kamprad ile nasıl tanıştığını anlatıyor. Küresel mobilya devinin patronu ile görüşmek üzere, IKEA’nın merkez ofisine giden Lindstorm koskoca patronu mağazada bir kasanın başında müşterilerle ilgilenirken bulur. Bir makinenin veya sıradan bir çalışanın da yapabileceği bu işi, uğraştığı onca mesele arasında neden kendisinin yaptığını öğrenmek ister. Kamprad, bir çok profesyonelin ve verinin arasında müşterilerin davranışlarını, belirli ürünleri neden tercih ettiğini, neden başka bir mağaza değil de IKEA’ya geldiklerini anlamanın en iyi yolunun yaptığı bu gerçek hayata dair gözlemler olduğunu söyler.

Sahlberg, büyük veri – küçük veri hikayesini şu sözle bitiriyor : “Eğitimi sürekli daha iyiye taşıyabilmek için büyük ve küçük veriyi bir arada kullanmak gerekiyor. Bu hayatın pek çok alanı için geçerli. Kesin olan bir şey varsa o da şu : Eğer küçük veri ile yönetemezseniz, büyük veri ve sahte korelasyonlar tarafından yönetilirsiniz.”

Finlandiya’da öğretmenler akademik olarak en başarılılar arasından mı seçiliyor?

Finlandiyalıların öğretmen adaylarını akademik açıdan en başarılı öğrenciler arasından seçtiği için eğitim alanında bu denli başarılı olduklarına dair bir şehir efsanesi var. Bu doğru değil. Sistem akademik başarıya sahip adayları tespit etmek üzerine değil, “doğru” adayı tespit etmek üzerine kurulu. Öğretmen adaylarında asıl aradıkları kriterler takım çalışmasıişe karşı tutku, meslek aşkı, iletişim becerisi gibi akademik notlarla ölçümlenemeyen özellikler.

Kitapta paylaşılan veriler ışığında, Helsinki Üniversitesi’nin ilkokul öğretmenliği bölümüne kabul edilen kişilerin akademik geçmişlerine bakıldığında bir çan eğrisi görüntüsü ile karşılaşılıyor. Yani çok büyük çoğunluk, akademik başarı açısından ortalama seviyedeler. Çok başarılı veya az başarılı kişilerin sayısı ise azınlıkta.